Kubbealtı Lugatı’nda “melamet” kelimesinin tasavvuftaki anlamı şöyle açıklanır: “Giyim kuşam, zikir, ayin gibi yerleşmiş adet ve törenlere önem vermeyip nefsi devamlı yermeyi, kınamayı, böylece halkın iltifatından uzaklaşarak Hakk’a yaklaşmayı esas alan anlayış.”
İnsan beğenilmek ve takdir edilmekten hoşlanır. Oysa bunlar olgunluk yolunda bir tuzaktır. Melamette bu tuzağa düşmemek için “iyiliği ortaya dökmemek ve kötülüğü gizlememek” ilkesi vardır.
Geniş anlamıyla “melamet” şekilcilikten çok öze önem veren, kınayanın kınamasına aldırmayan, işini halkla değil Hak’la tutan, manevi gelişmede en büyük engel olan nefsini yenebilmek için ayıplanmayı, kınanmayı göze alan bir anlayış biçimidir. Tasavvuf inanışının üst seviyelerinden biri olup, tasavvuf mensuplarında bulunan ortak bir özelliktir.
Nesimi “Ben melamet hırkasını kendim giydim eğnime/ Ar u namus şişesini taşa çaldım kime ne” derken şunu demek ister: Ben melamet anlayışını isteyerek ve bilerek kendim benimsedim. Halkın görünüşe göre ar ve namus dediği, fakat içi boş olan şekilci tavrı terk ettim. Benim işim Hak’ladır, O’nunla alış veriş halindeyim. Kimseye de bir zararım yok. Bu durumdan kime ne ki!
Şemseddin Sivasi’nin şu beyti meşhurdur: “Bir acayip derde düşmüş tutuşur Şemsi müdam/ Hakk’a makbul olmak ister, halka menfur olmadan.” Yani halkın nefretini çekmeden Hakk’a makbul olmak pek mümkün değildir.
Tasavvufta genel bir “meşrep” olma yanında bu anlayışın, Melamilik adında bir tarikat yapılanması da vardır. Burada olgunlaşma yolu sohbetten geçer. Riya ve gösterişten uzak olmak, nefsin isteklerinin aksini yapmak, bu uğurda toplumun kınamasına aldırmamak, hatadan korkmamak, iyilikleri gizlemek, mutlaka bir işi olmak, işiyle birlikte Allah’a doğru yolculuğuna devam etmek bu yolun başlıca esasları sayılır.
Hacı Bayram’dan sonraki Bayrami Melamileri ile son döneme ait Muhammed Nuru’l- Arabi (ö. 1888) ekolü dikkati çeker.
Nuru’l-Arabi mensubu Melamilik, ülkemizdeki Balkan kökenli vatandaşlarımız arasında yaygındır. Bunlardan birçoğu “kötülüğü gizlememe” anlayışını benimsemez, bunun laubalilik ve bozulmaya yol açtığını düşünürler. Şemsi’nin yukarıdaki sözünü “Halkın nefretini çekecek şeyler yapmaksızın Hakk’a makbul olmak gerektiği” şeklinde anlarlar.
Bu zümrenin önemli şahsiyetlerinden biri Hasan Fehmi Kumanlıoğlu’dur (d. 1949). İzmir’de yaşamakta olup “Hz. Pir Muhammed Nuru’l-Arabi Hayatı Şahsiyeti ve Bazı Tasavvufi Görüşleri” adlı bir Yüksek Lisans çalışması yapmıştır.
Konuyla ilgili telif, tercüme ve yayına hazırlama şeklinde şimdiye kadar irili ufaklı 15 kitabı çıkmıştır. Bu alandaki çalışmaları devam etmektedir.
Bir yanıt bırakın