Anadolu toprakları coğrafi bakımdan kıtaların ve denizlerin birleştiği bir buluşma noktasıdır. Tarih içinde çeşitli kültür ve düşünce akımlarının da burada buluşup kaynaştığını görürüz. 12 ile 14. yüzyıllarda, bu topraklar İslam tasavvuf düşüncesinin olgunlaşma ve kıvam bulmasına sahne olur. Bir yandan Orta Asya’nın hamle ruhu, öte yandan Ortadoğu ve Mısır’da kökleşmiş olan zühd anlayışı, nihayet Endülüs’ten İbn Arabi ile gelen derin tefekkür Anadolu’da buluşup kaynaşmıştır.
Bundan da son derece yapıcı ve dinamik, o nispette alçak gönüllü, derinlikli ve hoşgörülü bir sentez çıkmıştır. Bu sentez ve anlayıştır ki Anadolu ve Balkanlarda, kuruluş ve kök salma sancıları yaşayan toplum fertlerinin ahlaki ve manevi yapısını oluşturma ve geliştirmede bir tür maya görevi yapmıştır.
İşte bu sentezin temsilcilerinden biri de Hacı Bayram Veli’dir. Hacı Bayram Ankara’nın Solfasol köyünde doğdu. 1351-1429 yılları arasında yaşadı. Önce Ankara ve Bursa’da zahir ilimlerinin öğrenimini tamamladı ve Ankara’da Melike Hatun medresesinde müderris oldu.
Hacı Bayram’ın tasavvufa meyli vardı. Somuncu Baba diye bilinen Hamidüddin Aksarayi’ye bağlandı. Asıl adı Numan olduğu halde, Bir bayram gününde Hocasıyla karşılaştığı için “Bayram” ismiyle anıldı. Bursa’dan ayrılmaya mecbur olan hocasıyla birlikte Şam’a gittiler, hac görevini yaptılar.
Hocasının ölümünden sonra Hacı Bayram Ankara’ya geldi, düşüncelerini yaymaya başladı. Vefatına kadar çevresindekilerin eğitimiyle meşgul oldu. Bu sırada, aynı zamanda ziraatla uğraştı. Aile fertleri ve tekkesindeki dervişlerin geçimini böyle sağlıyordu. Burçak ekiyor, hasat zamanlarında orak ve harman işlerini müritleri ile birlikte yapıyordu.
Hacı Bayram’ın hayatını romanlaştıran bir kitap çıktı: Hacı Bayram-ı Veli Aşkın Nefesi. Yazarı Mahmut Ulu (Nefes yayınevi). Bu biyografik romandan bir hikaye sunuyorum.
BİLİR MİSİN?
Şeyh Hamid-i Veli (Somuncu Baba) öğrencisi Hacı Bayram’a sorar:
-Bayram’ım bilir misin? Toprak neden sürülür? Bağrı neden binlerce bıçak darbesiyle yırtılır? Neden içi dışına, özü yüzüne çevrilir? Hiç düşündün mü? Bunca eziyet toprağa neden reva görülür? Sence bir zahmet midir bu?
-Bilmem şeyhim. Hikmeti nedir, bunca azap nedendir bilmem. Lakin tohum saçmak için toprağın ters yüz edildiğini bilirim.
-İyi o vakit dinle. Toprak keskin demir ile sürülmeden tohum ekilmez. Başak dövenlerle ezilmeden tane ayıklanmaz. İşler sabır ile görülür. Sabır meyveyi oldurduğu gibi insanın içindeki hamlıkları da alarak çorak toprağı verime yatırır.
SADIK YAR TOPRAK
Tıpkı arif ve aşık Veysel’in dediği gibi:
“Karnın yardım kazmayınan belinen/ Yüzün yırttım tırnağınan elinen/ Yine beni karşıladı gülünen/ Benim sadık yarim kara topraktır.”
Eğitimle, irşat ve sabırla insanın olgunlaşması mümkündür. Bu konuda çekilecek emek boşa gitmez. Hz. Mevlana ne güzel söylemiş: “Hangi tohum yere ekildi de bitmedi ne diye insan tohumunda böyle bir şüpheye düşüyorsun?” (Divan-ı Kebir, III)
NEY’İN HİKAYESİ
Somuncu Baba devam eder, klasik musikimizin en içli sazı olan ney’in hikayesini anlatır:
Ney’i bilir misin? Ney’in hikayesi aslında sabrın hikayesidir. Kamışlıktan koparılan ney, büyük bir korku ve üzüntü duyar. Bir ney ustası onu güneşte kurutur. Kökünden ayrılan kamış acı çeker, öldüm, bittim zanneder. Fakat yetmez. Hatta bu daha başlangıçtır. Ney ustası durmaz. Bıkmadan, usanmadan kamışa işkence etmeye devam eder. Kuruyan kamışın içini kızgın demirle dağlar ve ona delikler açar. Paramparçadır kamış. Her yanı delik deşik olmuş, ciğeri kor demir ile dağlanmıştır.
Kamış, sazlıkta serin sular dibinde yaşayıp giderken, başına gelen bunca acılara ah edip dayanamayacağım artık derken bir neyzenin nefesi ile yüreğinden çıkan o harikulade sesi duyar. Çok şaşırır. İnanamaz. Benden midir bu ses, diye etrafını denetler. Neyzen üflemeye, kamış inlemeye devam eder. İçinden gelen o eşsiz nağmeler kamışa, niye işkence çektiğini anlatmaya yetmiştir. O artık “ney” olmuştur. Anlar ki şikayet ettiği acılar onun olgunlaşmasını, ney olmasını ve kemale ermesini sağlamış. Eğer o sazlıkta kalıp gitseydi, bunca çileye sabırla katlanmasaydı belki bir selede, belki bir hasırda kuru bir kamış olarak kalacaktı.
Bir yanıt bırakın