Sorumuzu hatırlayalım: Dinin görünürlüğü arttığı halde ahlak, merhamet şefkat neden azalmıştır. Bu tespitin göreceli olduğuna değinmiştim. Ama böyle bir genel kanaat vardır ve yabana atılmamalıdır. Bu konuda önemli bulduğum bir nokta üzerinde duracağım.
Evet din ve dindarlık yaygınlaşmış görünüyor. Ama temelde bir yanlışlık var. Bu da şekilciliğin ve formel din anlayışının öne çıkmış olması, dindeki sevgi, şefkat, merhamet, diğergamlık gibi erdemlerin yani dinin özünün göz ardı edilmesinden kaynaklanmaktadır. Pozitivist dünya görüşü bir ölçüde din algımızı da etkilemiştir. Dine somut bir nesne gibi bakıyoruz. Şekil unsurlarını yerine getirmekle dindar olduk sanıyoruz. İbadetleri eksiksiz uygulamakla, sakalımızın şekliyle, saçımızın bir telini göstermemekle dini yaşadığımızı kabul ediyoruz. Bunları düzenleyen Fıkıh kuralları baş tacı ediliyor.
Oysa bir de “Batıni Fıkıh” var. Dışımızın temizliği elbette gereklidir. Abdestle organlarımızı yıkamaktayız. Ama iç temizliğinin farkında değiliz. Kalbimiz kir ve pasla dolu. Çünkü iç temizliği daha zordur. Şekil dindarlığı ise kolaydır. Bu yüzden kıldığımız namaz bizi kötülükten alıkoymuyor. Midemiz oruç tutuyor ama gözümüze, kulağımıza, dilimize, nihayet kalbimize oruç tutturamıyoruz. Yunus’un dediği gibi “Gönül pisi yunmayınca namaz reva olmayısar.”
TEKKE MÜSLÜMANLIĞI
Tarihimizde dinin deruni ve ahlaki boyutuna ait eğitimin verildiği kurumlar tekkeler idi. Medreselerin bıraktığı boşluk İmam-Hatip ve İlahiyatlarla dolduruldu. Tekkelerin boşluğu devam ediyor. Şekil dindarlığını dengeleyecek olan sevgi ve şefkat dindarlığını geniş şekilde yaşatacak imkanlarımız yok. O yüzden arttığı söylenen din anlayışı kuru, soğuk, ruhtan ve incelikten yoksundur.
Tasavvufi din anlayışı bizim toplumumuzda bir denge unsuruydu. Dini-manevi hayata bir derinlik ve renk katıyordu. Tekkeler aynı zamanda musiki, hat, şiir, edebiyat gibi güzel sanatları besleyen kurumlardı. Sanat duyguları inceltir, zevkleri geliştirir, kültür ve medeniyeti besler. Duygu eğitimi önemlidir. Duygu kalpleri yumuşatır sevgi ve şefkati besler. Yaradan’dan dolayı yaradılmışı sevmeyi öğretir.
Samiha Ayverdi şöyle bir hesap yapar: 1925 senesine kadar yalnız İstanbul’da 365 dergâh vardı. Bunların mensupları, en az ellişer kişi olsa, 18.250 ederdi. Bu insanların da gene en az, ailelerinden, akraba ve çevrelerinden beşer sempatizanı bulunmuş olsa, 91.250 aded olurdu. Demek ki cemiyetin onda biri manen sigortalıydı. Eskiden, cemiyette dindar insanlar vardı; fakat mutaassıp kütleler yoktu. Tekke taassuba karşıydı.
PARA VE ŞÖHRET TARİKATİ BOZAR
İtiraz olarak günümüzde tarikatlerin çoğaldığı söylenebilir. Bu aldatıcı bir durumdur. 1925’ten birkaç nesil geçtikten sonra tarikatler su yüzüne çıkmaya başladı. Bu süre içinde, bu kurumları sağlam tutan gelenek kayboldu. İçlerinde düzgün olanlar bulunmakla birlikte günümüzdeki tarikatlerin pek çoğu tasavvuf açısından sağlıklı değildir. Bir kere bunlar “legal” değiller, o yüzden kontrolleri mümkün olmuyor.
Tarikatlerin holdingleşmesi yanlıştır. Manevi veçhesi ön planda olması gereken tarikat “para” ile haşır neşir olunca özünden uzaklaşır. Madde ve para tarikati bozar.
Tasavvufta mahviyet, tevazu ve hiçlik asli ilkelerdir. Tarikat temelli bazı cemaatlerdeki aşırı görünürlük ve popülerlik hiç de hoş değildir. Şöhret afettir. Sonuç yazısı pazartesiye.